Predictors of adverse perinatal outcomes in intrahepatic cholestasis of pregnancy

Objectives: Our objective was to evaluate in our clinic the perinatal outcomes of patients diagnosed with ICP based on pre-treatment maternal serum bile acid levels, attempt to identify the risk group and review the literature in light of this information.  Material and methods: In total, 370 patients diagnosed with ICP were included in the study, divided into two groups based on the fasting total serum bile acid level before UDCA (Group 1: 10 ≥ 40 μmol/L, and Group 2: ≥ 40 μmol/L). The groups were examined for clinical characteristics and pregnancy outcomes.  Results: It was found that preterm delivery and neonatal intensive care need increased at a serum bile acid cut-off value of 34 μmol/L. Regardless of serum bile acid, significantly higher rates of meconium-stained amniotic fluid and foetal distress were observed in patients whose diagnoses were made before 34 weeks of gestation.  Conclusions: Foetal complications over 40 μmol/L of serum bile acid were significantly increased. However, slightly lower levels cut-off values (34 μmol/L) were obtained in terms of preterm birth and neonatal intensive care need. The incidence of meconium-stained amniotic fluid and foetal distress was higher in patients whose diagnosis were made before 34 weeks of gestation.

The role of early determination of β-human chorionic gonadotropin levels in predicting the success of single-dose methotrexate treatment in ectopic pregnancy

Objective: The aim of the study was to determine the importance of β-hCG level on day 4 following methotrexate (MTX) administration, and the difference between β-hCG levels assessed on day 0 and day 4 in predicting treatment success. Material and methods: A total of 68 women with tubal pregnancy, treated with a single dose of MTX, were selected for this retrospective study. Results: The success rate of single-dose MTX treatment in our clinic was 75% (51/68). Among 51 patients in whom MTX treatment was successful, 25 (36.8%) showed a decrease in β-hCG level of > 15% on days 0 and 4, and 44 (64.7%) showed a β-hCG level decrease of > 15% on days 4 and 7. For subjects with β-hCG decrease of > 15% on days 4 and 7, the standard error was 6.5%, and the area under the ROC curve was 81.7%, while the corresponding values for days 0 and 4 were 7.2% and 64%, respectively. Conclusions: A decrease of > 15 % in β-hCG levels between days 0 and 4 does not seem to be a better predictor for success of single-dose MTX treatment for ectopic pregnancy than between days 4 and 7. A statistically significant difference was observed only in β-hCG levels on day 7 in both, successful and unsuccessful single-dose MTX groups

Çevrim İçi Okuma Motivasyonu Ölçeği: Uyarlama, Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması

Bu araştırmada Forzani, Leu, Li, Rhoads, Guthrie ve McCoach (2020) tarafından geliştirilen “Çevrim İçi Okuma Motivasyonu Ölçeği”nin Türkçeye uyarlanması amaçlanmıştır. Çalışmada öncelikle ölçeğin uyarlanması için gerekli izinler alınmış ardından uyarlama aşamasına geçilmiştir. Ölçeğin dil geçerliğinin sağlanması amacıyla maddeleri 4 dil uzmanının görüşü alınarak Türkçeye çevrilmiş; orijinal ölçek ve Türkçeye çevrilen ölçek MEB’e bağlı okullarda öğretmenlik yapmakta olan 22 İngilizce öğretmeni tarafından doldurulmuştur. Ölçeğin orijinal İngilizce formu ile Türkçe formu arasında pearson momentler çarpımı korelasyon analizi sonucunda yüksek düzeyde pozitif bir ilişki bulunmuştur (r= .996, p< .01). Dil geçerliği sağlanan ölçek Konya ili Ereğli ilçesindeki ortaokulların 5., 6., 7. ve 8. sınıflarında öğrenim gören toplam 375 öğrenciye uygulanmıştır. Uygulama sonrasında geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yürütülmüştür. Ölçeğin orijinalinde yapılan açımlayıcı faktör analizi sonucunda belirlenmiş olan üç faktörlü yapı, Türkçeye çevrilen form aracılığıyla 375 kişiden elde edilen veriler üzerinden analiz edilmiştir. Yapı geçerliğini sağlamak amacıyla DFA analizi yapılmıştır. DFA analiziyle ölçeğin uyum indeksleri incelenmiştir ve inceleme sonunda χ2/sd oranı, RMSEA, RMR, AGFI, GFI değerleri ölçek modelinin mükemmel bir uyumu; CFI ve IFI değerinin iyi bir uyumu; NFI değerinin ise kabul edilebilir bir uyumu gösterdiği görülmüştür. Elde edilen uyum indekslerine göre ölçeğin uyum düzeyinin iyi olduğu söylenebilir. Maddelere ait faktör yük değerlerinin “.33-.65” arasında değiştiği tespit edilmiştir. Ölçeğin güvenirlik analizi için Cronbach alfa analizi yapılmış ve madde-test korelasyonları hesaplanmıştır. Toplam ölçekte Cronbach alfa katsayısı .85 ve ölçekte yer alan maddelere ilişkin madde-toplam korelasyon değerleri incelendiğinde ölçekte mevcut olan herhangi bir maddenin ölçekten çıkarılmasının güvenirlik değerinde bir değişiklik meydana getirmeyeceğini göstermektedir. Bu nedenle ölçekten madde çıkarılmaması uygun bulunmuştur. Böylelikle ölçek orijinal haliyle Türkçeye uyarlanmıştır

Ekolojik Ayak İzini Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesine Yönelik Bir Yapısal Model Önerisi

İnsanların üretim ve tüketim faaliyetleri sonucunda dünya üzerinde bıraktığı olumsuz etkinin her geçen gün artması ile birlikte çevre sorunlarının oluşması kaçınılmaz hale gelmiştir. Hızla artan nüfus, gelişen teknoloji, kentleşme oranının yükselmesi gibi nedenler insanların hayat standartlarının değişmesi ile birlikte doğadaki kaynakların bilinçsiz bir şekilde tüketilmesine, doğada sanayi ve evsel atıkların çoğalmasına, tarım arazilerinin, ormanların ve canlı türlerinin yok olması gibi ekolojik sorunlara neden olmaktadır. Ekolojik ayak izi, bu olumsuz etkileri sayısal verilerle belirlemek amacıyla geliştirilen bir metodolojidir ve ekolojik ayak izinin azaltılması konusundaki eğilim giderek önem kazanmaktadır. Bu çalışmada, ekolojik ayak izini etkileyen faktörlerin yapısal eşitlik modeliyle istatistiksel olarak belirlenmesi hedeflenmiştir. Araştırmanın örneklemini Gümüşhane ilindeki 18 yaş ve üzeri 425 kişi oluşturmaktadır. Analiz sonuçlarına göre gıda, enerji ve su tüketimi faktörlerinin ekolojik ayak izi faktörünü negatif yönde etkilerken, atık faktörü ve barınma-ulaşım faktörünün ise ekolojik ayak izi faktörü üzerinde bir etkiye sahip olmadığı sonucuna ulaşılmıştır

Structure of the Energy Landscape of Short Peptides

We have simulated, as a showcase, the pentapeptide Met-enkephalin (Tyr-Gly-Gly-Phe-Met) to visualize the energy landscape and investigate the conformational coverage by the multicanonical method. We have obtained a three-dimensional topographic picture of the whole energy landscape by plotting the histogram with respect to energy(temperature) and the order parameter, which gives the degree of resemblance of any created conformation with the global energy minimum (GEM).Comment: 17 pages, 4 figure

Almanca Öğretmen Adaylarının Bilişsel Öğrenme Stratejileri Edinci

DergiPark: 371171trakyasobedYabancı dil eğitimindeki paradigma değişiminebağlı olarak otonom öğrenme her alanda tartışılan ve amaç edilen bir becerihaline gelmiştir. Otonom öğrenmede amaç, öğrencinin kendi potansiyeli,ihtiyaçları doğrultusunda öğrenme sürecine ilişkin kararları bağımsız birşekilde vererek bireysel öğrenme sürecini etkinleştirmesidir. Ancak, öğrencininbunu başarabilmesi için öncelikle öğrenme stratejilerini bilmesi ve bustratejileri bilinçli bir şekilde kullanmayı öğrenmesi gerekmektedir. Buanlamda, öğrencinin stratejileri bilinçli bir şekilde kullanması da öğrenmesürecinin üst bilişsel boyutlarından bir tanesini yansıtmaktadır. Öğrenmestratejilerini bilme ve bunları bilinçli kullanma, öğrenme süreci hakkındakonuşma, öz değerlendirme yapma, öğrenme sürecini planlama gibi etkinlikler kazandırılabilenve geliştirilebilen bilişsel ve üst bilişsel becerilerdir. Bu çalışmadaki amaç,Almanca öğretmen adaylarının bilişsel öğrenme stratejileri edinçlerini veöğrenme bilinçlerini saptamaktır. Araştırmaya 2014-2015 eğitim-öğretim yılıTrakya Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu hazırlık sınıfı öğrencileri veTrakya Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Almanca Öğretmenliği AnaBilim Dalı 1. ve 2. sınıf öğrencileri olmak üzere toplam 108 kişi katılmıştır.Veriler nitel ve nicel olmak üzere iki farklı öçme aracıyla toplanmıştır.Araştırmadan elde edilen veriler, Almanca Öğretmen adaylarında bilişsel öğrenmestratejileri edincinin ve öğrenme bilincinin yeteri kadar gelişmediğini ortayakoymuştur; ancak buna karşın Öğretmen adaylarının üst bilişsel boyutta öğrenmesüreçleri hakkında düşünme ve öz değerlendirme becerilerine karşı olumlu birtutum sergiledikleri saptanmıştır. Umautonom lernen zu können und den Lernprozess effektiv gestalten zu können, istes für Lernende wichtig, dass sie die Lernstrategien kennen und diese bewusstund zielorientiert einsetzen. Die Lernbewusstsheit stellt dabei die metakogniveDimension des Lernprozesses dar. Die kognitive und metakognitive Kompetenz,d.h. die Lernstrategien zu kennen und sie ziel- und situationsorientiert aufder deklarativen Ebene einzusetzen sowie über den eigenen Lernprozess zu sprechenund auf der exekutiven Ebene sich selbst zu evaluieren sind Fähigkeiten, dieentwickelt werden können. Das Ziel dieser Arbeit ist damit, die kognitiveLernstrategienkompetenz und die Lernbewusstsheit der Lehramtskandidaten fürDeutsch zu ermitteln. Auf dieses Ziel gerichtet wurde eine Umfragedurchgeführt, die sich aus qualitativen und quantitativen Fragen zusammensetzt.An der Umfrage nahmen sowohl Studierende der Vorbereitungsklasse derFremdsprachenhochschule der Universität Trakya als auch Studierende derDeutschlehrerausbildung im Studienjahr 2014-2015 (2. Semester und 4. Semester)dergleichen Universität teil (n=108). Die Datein wurden teils mit qualitativenteils mit quantitativen Erhebungsinstrumenten gesammelt. Die Ergebnisse, dieaus der Studie resultieren, legen den Schluss nahe, dass die Studierenden derDeutschlehrerausbildung an der Trakya Universität über keine ausreichendeLernstrategienkompetenz und Lernbewussheit im DaF-Bereich verfügen, aber einepositive Grundhaltung bezüglich der exekutiven Ebene der Metakognitionaufweisen.

Evaluation and management of neonatal onset hyperinsulinemic hypoglycemia: a single neonatal center experience

Objectives: To evaluate the clinical characteristics and treatment options of neonates requiring prolonged hospitalization due to persistent hyperinsulinemic hypoglycemia (HH). Methods: This retrospective cohort study included infants >34 weeks of gestation at birth who were born in our hospital between 2018 and 2021, diagnosed with HH, and required diazoxide within the first 28 days of life. The baseline clinical characteristics, age at the time of diagnosis and treatment options in diazoxide resistance cases were recorded. Genetic mutation analysis, if performed, was also included. Results: A total of 32 infants diagnosed with neonatal HH were followed up. Among the cohort, 25 infants were classified as having transient form of HH and seven infants were classified as having congenital hyperinsulinemic hypoglycemia (CHI). Thirty-one percent of the infants had no risk factors. The median birth weight was significantly higher in the CHI group, whereas no differences were found in other baseline characteristics. Patients diagnosed with CHI required higher glucose infusion rate, higher doses, and longer duration of diazoxide treatment than those in the transient HH group. Eight patients were resistant to diazoxide, and six of them required treatment with octreotide and finally sirolimus. Sirolimus prevented the need of pancreatectomy in five of six patients without causing major side effects. Homozygous mutations in the ABCC8 gene were found in four patients with CHI. Conclusions: The risk of persistent neonatal hyperinsulinism should be considered in hypoglycemic neonates particularly located in regions with high rates of consanguinity. Our study demonstrated sirolimus as an effective treatment option in avoiding pancreatectomy in severe cases

Characteristics of food allergy in children: National multicenter study

Conference: Congress of the European-Academy-of-Allergy-and-Clinical-Immunology (EAACI) Location: Lisbon, PORTUGAL Date: JUN 01-05, 2019Background : Food allergies impose a significant burden on the life of the child and the family. In this study, to determine the demographic characteristics of food allergies, we investigated the characteristics of patients with food allergies in different regions of Pediatric Allergy- Immunology departments in Turkey. Method : Turkey ' s National Study of Allergy and Clinical Immunology Society has conducted a Study Group on Food Allergies. 25 centers participated in this multicenter, cross- sectional and descriptive study.European Academy of Allergy and Clinical Immunolog

Çocuklarda görülen anterior çapraz kapanışların erken tedavileri sonucunda yumuşak doku profilinde ve masseter kasında görülen değişikliklerin incelenmesi

Çocuklarda fonksiyonel ve dişsel anterior çapraz kapanış vakalarına sıklıkla rastlanmaktadır. Fonksiyonel anterior çapraz kapanışlarda; istirahat konumunda, alt ve üst kesici dişler baş başa kapanış durumunda olup, alt çene geride, kondil başları normal konumundadır. Kapanışa geçerken genellikle primer kontakt noktaları nedeniyle alt çene öne doğru kayarak kapanır. Bu şekilde anterior çapraz kapanışlar meydana gelmektedir. Bu vakaların doğru teşhisi ve doğru zamanda yapılan tedavileri, ileride oluşabilecek problemlerin büyümesini engelleyebilir. Özellikle çocuklarda görülen fonksiyonel anomalilerin mümkün olduğu kadar erken tedavi edilmeleri önerilmektedir. Eğer fonksiyonel anomaliler yeterince erken tedavi edilmezse, morfolojik anomaliye dönüşebilir ve tedavisi çok daha zor ve karmaşık hale gelebilir. Bu da ileriki yaşlarında çocuğun hem çiğneme fonksiyonunun hem de dentofasial estetiğinin bozulmasına neden olabilir. Çocuklarda estetiğin bir bütün olarak incelenmesi gerekir. Bu nedenle dişsel kapanışın ve fonksiyonun doğru hale getirilmesinin yanında yumuşak dokularda oluşan değişiklikler de değerlendirilmelidir. Bu çalışmada amacımız, 7-10 yaşları arasında fonksiyonel veya dişsel anterior çapraz kapanışa sahip çocuklarda ileride oluşabilecek problemlerin azaltılması için erken müdahalenin etkinliğinin özellikle yumuşak doku profili ve masseter kası üzerinde meydana gelen değişiklilerin incelenmesidir. Ayrıca bu malokluzyondan kaynaklanan problemlerin hastaların yaşam kaliteleri ve psikososyal gelişimleri üzerine etkilerinin araştırılması da amaçlanmaktadır. Araştırmamıza; Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Ana Bilim Dalı`na rutin kontrolleri veya dental şikayetleri için başvuran, 7-10 yaş arası, anterior bölgede çapraz kapanışa sahip 20 çocuk hasta dahil edildi. Hastaların başlangıç sefalometrik filmleri alınarak yumuşak doku analizleri yapıldı ve masseter kaslarından ultrasonografik görüntüler elde edildi. Ayrıca hastaların yaşam kalitesine etkisini belirlemek amacıyla tedavi öncesi ve sonrasında anket uygulandı. Hastalara tedavi amaçlı hareketli mandibuler retraksiyon apareyi uygulanarak ortalama 12 ay tedavi edildi. Tedavi sonunda sefalometrik film ve yumuşak doku analizleri tekrarlandı. Ayrıca masseter kasından ultrasonografik görüntüler tekrar alındı. Anterior çapraz kapanışa sahip hastaların sefalometrik analiz sonuçları incelendiğinde; SNGoMe, Max1-SN, Max1-NA, Max1-Na, Ls-E değerlerinde artış saptandı ve bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi. IMPA değerinde azalış saptandı. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası SNA, SNB, ANB, Wits, FMA, Mand1-NB, Mand1-NB, Interinsizal, Lİ-E, Nazolabial ve Konveksite açı değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası yumuşak doku analizleri incelendiğinde; Alt Yüz Yüksekliği, Üst dudak uzunluğu, Çene vertikal uzunluğu, Nazomental açı ve Mentolabial sulkus derinliği değerlerinde artış meydana geldiği ve bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı. Ayrıca konveksite açısında azalış meydana geldiği ve bu azalışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi. Masseter kasının ultrasonografik değerlendirmesinde hem dinlenme durumunda hem de kontraksiyon durumunda masseter kasının kalınlığında artış meydana geldiği görüldü. Ağız sağlığının yaşam kalitesine etkisini ölçmek için yapılan anketlerde; toplam puanda azalış meydana geldiği saptandı. Sonuç olarak mandibuler retraksiyon apareyinin düzenli kullanımı ile mandibulanın büyümesinin frenlendiği ve maksillanın öne doğru büyümesinin stimüle edildiği ve anterior çapraz kapanışın elimine edildiği söylenebilir, ayrıca malokluzyonların erken yaşlarda tedavi edilmesinin yaşam kalitesine etkisinin olumlu yönde olduğu düşünülmektedir. Ancak bu konuda daha uzun dönemli ve daha çok hastanın dahil edildiği çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Functional and dental anterior crossbite cases are frequently encountered in children. In functional anterior crossbites, in the rest position, the maxillary and mandibular incisors are in a tete-a-tete bite state, the mandible is behind, and the condylar heads are in their normal position. When closing, usually the mandible shifts forward due to the primary contact points, thus resulting in anterior crossbites. The accurate diagnosis of these cases and their timely treatment can prevent the development of future problems. Especially in children, it is recommended to treat functional problems as early as possible. If functional anomalies are not treated early enough, they may progress into morphological anomalies, in which treatment becomes much more difficult and complex. This can cause the impairment of both chewing function and dentofacial esthetics in later years. Esthetics should be examined as a whole in children. Therefore, in addition to correcting the dental bites and function, changes in soft tissues should also be evaluated. This study aimed to investigate the effectiveness of early intervention in reducing future problems, especially those related to the soft tissue profile and changes in the masseter muscle in children with functional or dental anterior crossbites. It was also aimed to investigate the effects of problems caused by this malocclusion on the patients’ quality of life and psychosocial development. This research included 20 patients aged seven to 10 years that presented to Ege University Faculty of Dentistry Department of Pedodontics for routine controls or due to dental complaints and were found to have anterior crossbites. Soft tissue analysis was performed by taking the initial cephalometric films of the patients, and ultrasonographic images were obtained from the masseter muscles. In addition, a questionnaire was applied before and after treatment in order to determine the effect of the condition on the patients’ quality of life. The patients were treated by applying a mandibular retractor for 12 months. At the end of treatment, cephalometric film and soft tissue analyses were repeated. In addition, ultrasonographic images were obtained again from the masseter muscle. When the cephalometric analysis results of the patients with anterior crossbites were examined, an statistically significant increase in the SNGoMe, Max1-SN, Max1-NA, Max1-Na and Ls-E values was observed. In addition, there was a decrease in the IMPA value. There was no statistically significant difference in the SNA, SNB, ANB, Wits, FMA, Mand1-NB, Mand1-NB, Interincisal, LI-E, nasolabial and convexity angle values before and after treatment. When the soft tissue analysis of the patients before and after treatment was examined, a statistically significant increase was observed in the lower face height, upper lip length, vertical length of the chin, nasomental angle, and mentolabial sulcus depth. There was also a statistically significant decrease in the convexity angle. In the ultrasonographic evaluation of the masseter muscle, there was an increase in the thickness of this muscle was observed during both rest and contraction. Lastly, the questionnaire administered to measure the effect of oral health on quality of life revealed a decrease in the total score. In conclusion, with the regular use of a mandibular retractor, the growth of the mandible is stopped, and the growth of the maxilla is promoted, thus preventing anterior crossbites. It is considered that the treatment of malocclusion at an early age has a positive effect on patients’ quality of life; however, there is a need for longterm studies on this subject with a larger number of patients